VAZGEÇMELER
Hapishane türküleri soğuktur, diğerleri gibi ısıtmaz içini. Kırağı harelenir, suç buhurlaşır sanma. Takatsiz düşer mi taş avlulara siyaset sorguları? Kanma sakın… Örselenirim bu kimsesiz meydanlarda, yıkılan duvarlarda… İhanet eken, hasret çeken bir “ben” öldürülür Kızıltepe’de; cürümüm kadar yer yanar; say, sakın, bak. (Uğur’u da vurdular...) Her dünün çarmıhını yıkarak, tuhaf yağmurlar biriktirirdim. Atatürk Bulvarı’nda bağrışan sirenler ve esmer engerekler yiterken, heyelan gibi bir serüven kopardı ya içimden; ayılınca anlardım, babamdan utandığımı. Kendime zarardım… Kunduz cenginin yersiz yurtsuz, çölsüz topraksız mayınlarıydık. Biz! Gördün: Eksik ruhum, sakat süvarilerin ırak otağıydı (ölene kadar ulaşamayacakları şu “uzak!”); azalıyordum… Nihilist sancılardan sonra kabul ettik tutsaklığı. Gergin koyakların feodalitesinde Freud’su erimiş, cehennem atığı soluk bedenlerimiz, çıplaktılar; proleter sanayi: Usturaydık he, kendi tenimizde. Bazı infaz masalları tarihte, bu ihbarla bitti.
Tolga YILDIZ