BİR MEVLEVİ KASABASINDA AŞKIN TOPOĞRAFİSİ
Yüzleri uzuyor mevlevilerin döndükçe bedenleri
Tenleri karıştıkça yergök arası topraklarda
Seyrederken karelere bölerek şarabı ve ekmeği
Dağılıyorlar: ve ancak bu dört fiile yazılabilir bu şiir
Uzamak/Uzak/Uz-ak
gidilebilir yerler aramanın vakti gelmişti Mutasavvıf Bey için
her tünek her kargı her kargaşa ses uyumunda ötelere gitmeyi gerektiriyordu
her in her oyuk her oda ve kefere ayînleri
tenin o çağırılmayan kötü kokusunu baş döndürücü seslerle çağırıyordu
Mutasavvıf bazen duruyor, düşünüyor, önündeki parşomenlere gözlerini
daldırıyor kullanmaması gereken bir diviti hokkasına kaldırıyor
elyazması emirleri siliyor yüzüne inen şafak/aura toplamında kaybediyor
uzaklara olan özlemini, eksik mısralara gömüyordu.
Bir sürek avı.
Zaman’ın dışında durmayı öğretmişlerdi oysa, dönerek
Ve biçiminin küre olduğunu biliyor mutasavvıf bey, turkuaz:
Euclid geometrisinden uzaklaşmayı biliyordu dönerek
“Sonraki nesil çok yetenekli; bu yüzden çok heyecanlıyım.
Ne kadar yetenekli insanlar, rolü nasıl kabul ediyor ve vazgeçiyorlar.
Onlar, hep mürşit rolünde değillerdir. Halbuki önceki mürşidler, eski
Alışıldık modele göre işlerini yapıyorlar ve ayrılmaları gerektiğinde de
ona göre davranıyorlardı. Bu durumda onlar görevi bırakmak yerine her zaman
işlerini yapıyorlardı.”
Geri çekil mutasavvıf!
Yalnızlığına kur otağını, sür elini simya ve karanlıkların üzerinde
Mürşidin Ruhu bana döndü ve dedi ki:
“burada senden ayrılıyorum. Seçersen, bu kapıyı açabilirsin.
Seçim tamamen senin ve doğru veya yanlış şık yok. Her iki
Seçim de eşit ağırlıkta. Kapıyı açmak istersen diğer tarafta seninle
Buluşacağım.”
Kapıyı açmadım.
Bana korkma diyorlardı. “senden önce karanlığa gidenler sana rehberlik etmekte.”
Korku kapıydı.
Uz-ak-laş-mak bir fiildi şimdilik ve ancak.
Dönmek/dön-mek
“Güzel mozaik döşemeler üzerinde, yürümekten çok yüzüyormuş izlenimi veren,
cüppeli ve başlıklı bir figürün arkasında yürüyordum. Mürşidin Ruhu olarak
Adlandırdığım figür beni kristal avizeli, mermer sutünlü, uzun dönen merdivenli,
Yaldız süsleri ve duvarlarında zengin dokuma resimli örtüleri olan geniş açık
Odalardan geçirdi…durduk.”
Ne tuhaf bakıyor bana, karım, sevgilim, sakîm.
(karım bana sanki kubizmin sırlarına bakar gibi bakıyordu.)
Ah o Reimann geometrisi merakım, dedim kendi kendime.
Göçtüğümüz bu küpkez korku dolu kapı önleri,
Karımın unuttuğum teni üzerinde her gece gezdirdiğim tesbih
Nefs’e açıldığını iddia ettikleri bu sakallı ve cübbeli somun
Evimin sadeliğinde aradığım Sade!
“Sembolik süreç, imgelerde bir deneyim ve imgelerin bir
deneyimdir ve amacı aydınlanma ya da yüksek bilinçtir ki,
bu yolla başlangıçtaki durumdan daha yüksek bir düzeyi geçilir.”
Masanın üzerinde ahşabın ve dökme demirin mânâsını arıyor karım
Hurufîler, Yezidîler, binbir gece süren bu ayînleri durup dinlenmeden her saniye
Her saniye arasında durup dinlenmeden vecd ile sarılıyorum tesbihe
Sıkıyor, dişliyor ve kırmızı’nın spektrumdaki yerini unutmadan
Dalıyorum Alem’e.
Ardından seccadeye uzanıyor ve alnımı sürterek yüzölçümünde arıyorum
Aranmaması gereken ve size bunu ilk gün söyledikleri Huzur’u.
Ve sonra o sonu gelmez tefekkür ayinleri:
Imızganarak adını çağırdığımız
Arındığımız paradoksal bilinçdışının içindeki çeşitli düzeyler:
“Bununla birlikte, kişi bir düzeyden sonrakine çıktıkça (âlem-i misal’den,
âlem-i melekût ve alem-i cebur’a) karşılıkların daha az kişisel ve
daha çok evrensel hale geldiğini görür. Âlem-i misal’deyken, kişi,
rüya kişiliğinin alışık olduğunu keşfeder. Âlem-i melekût düzeyinde,
kişinin karşılığı bir melek biçiminde görünür; el-ceberut düzeyinde kişi…”
DAĞILMAK/Bölmek
Ah o tuzak cümle:
“Non foras ire, in teipsum redi;
in interiare homine versitas”
Eskil bir Kur’an musafına sapladığım üç renk
Kırmızı, mor ve siyah
Dergâh’ın kapısı’nayaklaştıkçasürekliazap
Bu azap sakalı ile kişi özler cehennemini
O sakalı ile temizler tuvaletinin mermerini
Çünkü
“Modern insan köksüzdür ve bütünlüğü yitmiştir.”
Ah nasıl kurtaracağım bu şiiri tanbur’un elinden
Derine daha derine ineceğim elimde kör bir lamba
Işığın çevrelediği aydınlıkta duvarda arkeik bir yazı:
Vocatus atque non vacatus Deus aclerit
Karım’a döndüm, kızımı izledim onun süreğinde
Sinesine, yüzüne, eline, beline ve gülüne
Gülünce bana sapladığı o ten sel’ine, o koku ezmesine
Yüzümde verdiğim bi’anlam olmaması üzerine
Mürekkeple üç harf yazdım:
Vâ’si, ka’rib ve Mûhit
Yine o tanbur delip geçiyor ahengi
Dalıyor dergâh’a, kan topluyor her dönmede
Tork anlamını yitiriyor çünkü sonsuz’a uçmaktır dönmek
Ve elbette dağılmak eşdeğer, çünkü sonsuza dönmekte Mutasavvıf
Silik
Silik silik
Görünü:
Eski merdaneli makineler, Singer dikiş makinası
Dayısının siyah/simyasız resimleri
Karısının gözlükleri, düş umacısı tüller
Hacdan gelen bir şişe zemzem
Hacdan gelmeyen Muhammed hüznü
Olivetti bir daktilo, kırmızı şeritli
Altın yemek takımları, kağıtlar, bonolar, senetler
Dönerek, dönerek içine eşyanın, dönerek içine
Ölerek, ölerek sona yaklaş ey Mutassavıf
İn eteklerime, dök şerbetini, ah öl Mutasavvıf
Öl ki bir cendere resmidir cennet
İç yüzünde aynalar biriktirdiğimiz
Dön aşkın, dön sefil, dön beceriksiz, dön
Dön ki dökülesin kendine, devril kendini
Aç yüzünü, ört perdesini karanlıklarının
Şahadet et sahici sokakarına İstanbul’un
Bizans adına, yüz adına, Akşemseddin adına
Velilerimizin, nebilerimizin, ayetlerimizin adına
Sulatı güllerinin adına, odaların ve sevişmelerin adına
Gömülerin, yüzlerin, Hurufîlerin, küfürlerin adına
Ah dön Mutasavvıf, ne olur dön yüzümüzü cennetimize.
Dağılmak: Aşk Cehennem’de aranmalıdır. Aşk cehennemin mânâsında asılı durandır.
O gece gizlice Milton okudu Mutasavvıf - nerden bulduysa-
Ezici cehennem şiirleri ile doldurdu yüreğini
Cennetin güneyi ile ilgili bazı Bosch resimlerine göz attı, gizlice yine
Yüzüne o Goya nekesliği ile sürekli düşündü durdu.
Ney’ini kırdı, tanburunu ve rahlesini ateşe verdi. Cerahatin şehrinden kaçışın bu yüzüncü yılında
Tıpkı Lût üzerine düşünen bir melek gibi, kıvrandı durdu:
Mahlas, salaşça yüzsüzce, arsızca bir ad olmalı
Simya kokmalı, ceza vermeli, bir mahlas ki, yazarını cehenneme mıhlamalı
Bir zaman aralığı yakalamalı, hızlanmalı, hızmalı bir isim
Prangalı bir mahlas.
Loda olarak vaftiz ettini kendini Mutasavvıf
O gece şarap içti kan niyetine, nefs eza ile uslanmaya görsün
O gece inkar etti tevbe niyetine, arz cefa ile süslenmeye görsün
Tenhalık’ta gördü hacetini…
Dönüyoruz Beyza, iç sofalara haber saldım, defterimiz dürülecek
Dergâh’a geldiğimiz gibi, gözlerimiz tekrar bağlanacak
Yerini unut bu evin, bu sofanın, bu sakalın ve bu sırat’ın. Biz geçemedik aşkım
Biz geçemedik kadınım, biz…sıfatını ayağına sürüdüğümüz Tanrı’nın cezası için
Nefs çukurlarıyız ve bundan sonra adım Loda, tıpkı toprağa bağlı herhangi bir cüce gibi.
Eski model bir Austin koltuğunda yazdım bunları
Şehre dönmek için yazdım bunları
Cerahati öpmek, emmek ve delirmek için
Duamı eksik etmeyin dudaklarınızdan
Cehennem Aşk’ın Mahlası’dır.
Loda: üzerine toprak örtülmüş olandır.
Kar’ib ancak va’si ve muhit olandandır.
Dergâh’a şehirden kaçan girmesin.
Dönmek her anlamda, şehrin ortasınadır.
Başlangıç her anlamda, şehrin ortasınadır.
Ortasınadır, ortasınadır.
Eteğini küllere bulamış bir ejderhanın sürekli yüzü duruyor sokaklarda
O sokaklarda etekleri sıyrılmış kadınlar, fahişeler yüz görümlüğü arıyor
Simya bir mumun alevinde pervanesini arıyor çıkmazlarda: sokak nefes alıyor
Ben eşzamanlı kahroluşlar yaşıyorum, tüm çağlarda
Sokak adına düşüyorum, öpüyorum asfaltı, kaldırımları, çöpleri…
Sürekli yüzün önünde otobüs şoförleri, uç kağıtçı körler, dilsizler,
ince saten hayaller, kahramanlar, çıplak baldırlar, bebekler,
azgın duruşlar, müşteriler: şeyler’i kentimizin.
Bu yüz binbir gece masallarının sonundaki gün kadar esrarlı
Ve bi’o kadar da çağ dışı -çağdışı bir masal oluyor zamanla-
Geceden çıkıldığında, kimyasını bilmediğimiz o kurtlar düşer ya yüzümüze
Şehir şebekesinden emekli yüz mumluk zenci ampüllerimizi yakar güneş
İçimizde bir mum söner, aynaya bakar, diş fırçalar, kahvaltı yapar ve karılarımızı öperiz
Oysa bütün gece sokakta yatmışız gibi kokar ağzımız,
-sokakta yatmışsızdır bir orospu kıvamında
orospular bi’kez evlerinde yatmışlar, arabuluclar mevlit okutmuşlar
kıyamet’in alametleri bi’gecelik susmuş, israfil’in suruna çomak tıkamışızdır-
Düşgücünün tüm dişleri çürümüş, evleri yağmalanmıştır
Ben
Yontuyorum düşgücümü, çok değerli metalin üzerinde sürgünler yaşıyor spatulam
Sizler iç geçiriyorsunuz, sokaklardaki ejderha yüzlerine bakarak
Bir yıldız kayıyor
Buna aşk dahil değil elbet, aşk yankıları ile peydahlanıyor
Külleri ile sürekleniyor sokaklarda
Esrarı kendinden mürekkep, mürekkebi baldıran, kadehi ilkel ve eskil
Tarih-dışı cinayetleri, müsveddeleri, kullanımı olmayan daktilo şeritlerini
İç yüzünde bir kalaycı gibi parlatan aşk, elbet dahil değil tüm bu hüzünadalarına.
Bu ada binbir gece masallarının sonundaki gün kadar esrarlı
Ve bi’o kadar da çağ dışı -çağdışı bir masal oluyor zamanla-
Yontuyorum düşgücümü, tenimin üzerinde sürgünler yaşıyor spatulam
Damarı bulmanın sevinci ile esriyorum güneşin altında
Nehirleri taşırıyor kösnümem:şehvetimin nesneleşmesi.
Esrarı kendinden mürekkep, mürekkebi baldıran, kadehi ilkel ve eskil
Tarih-dışı cinayetleri, müsveddeleri, kullanımı olmayan daktilo şeritlerini
İç yüzünde bir kalaycı gibi parlatan aşk, elbet dahil değil tüm bu hüzünadalarına.
Çünkü aşk herşeydir..
Serkan IŞIN