KUŞAĞIMI BELİNE DOLAYANLAR

Adamın mağaraya döndüğünü tasavvur et.
Karanlığa kolay kolay alışabilir mi? Dostlarına
Hakikati söylese dinlerler mi onu?
Ağzını açar açmaz alay ederler:
“Sen dışarıda gözlerini kaybetmişsin arkadaş,
saçmalıyorsun…
Biz yerimizden çok memnunuz. Bizi dışarı
çıkmaya zorlayacakların vay haline…
işte böyle aziz dostum. Sana 
anlattığım hikaye kendi halimizin tasviridir.
Yer altındaki mağara:
Görünürler dünyası yücelere çıkan tutsak,
Meseller (idealar) alemine yükselen ruh…”

Eflatun, Devlet


Sokaktan başlayarak

Salaş sükse yüz veriyor sokağına
İç çamaşır rengini sihirle siyaha devşiriyor
Orospuluklar tüm kentin dibini oyarken
El değiştirmek, satılmak, pazarlanmak
Mal’ın satım gücünü tek nesnede
Özetliyor: tanınmak, kabul görme anlamında…

Uygarların (t)arafı:

Bu dizeler bir anlam uyandırıyor
En devşirme, en zorzopina kafalarda
Bellek sürtünerek eriyor, aşınıyor şehirde
Şeylere çarpıyor, taytlarda, ayakkabılarda
Ekranlarda, vitrinlerde, ellerde, ayaklarda, 
Külotlarda, sütyenlerde, eteklerde, kıllarda
Saçlarda, kıvırdayan kalçalarda…şekil değiştirmiş: hobdin
Mevsimsiz baştan çıkarma:

	“Meçhul bir felaketten buraya
	düşmüş…”
		diyor Mallarmé,

[Mallarmé kim?

	Toplum sokaklarına yüzünü sürmüş bir 
	Lirik tanrı, bayağı tanrı işte!
Bir de Huret’ın yüzüne yapıştırdığı
Bir kolaj var ki, alıntılayayım:
	(Öksürerek, tahmin ediyorum)

“Bir toplum durmuş, oturmamışsa birlikten yoksunsa, o toplumda
durmuş oturmuş, kuralları kesin belirlenmiş bir sanat yaratılamaz.”

Devam etmiyorum, bu kadarı kâfi nasılsa?]





Bıyıklıların (t)arafı:

“Bazı kederlerin riyaziyesi” belirsizdir diyor olabilir		
Peyami Safa.
Ve devam ediyor: “Annelere anlatılan kederler
Taksim değil, zarbedilmiş olur.”
Kuşağıma taksim ettikleri uçurum,
Zarp musluğu başında duran o aç tarih-atıkları,
Leninistler, sahte ekimciler ve dikimcilerle,
Dilenci-pavyon yumuşakcası gelenekçiler
arasında terkib edilen bir yosma/gizli
anlaşmadır.  Cilalı yayın kadrolarına bordro
hesabı dağıtılan her sevinç, bizim çocukluk
anılarımız üzerine kurulması lazım gelen
parlak kitap kulelerinden gayyadır.
Bu gayya ki, Kojeve karşısında boğazları
Düğümlenen tüm pre-modernlerin tiksindiği
Vücuttur. Adorno diyor ki:

“Vicdanlarının sesine kulak verdikleri için başlarını
kendi otoriteleriyle belaya sokacak inanç beyanlarında
bulunmuş papazlar ve başöğretmenler, zülme ve
karşıdevrime sempatiyle bakmışlardır hep.”


Ah! Ya erdem! O şimdi üzerinde binlerce
Kirli elin dolandığı bir fahişedir.
Vesikası akıl, sermayesi vicdandır.

Bir sürrealist el gerekli kuşağıma,
Max Ernst’te mânâsını ve vücudunu bulan el,
Bilinçsiz el, bedenini kaybeden el,
El olması ancak bir hayvanlığa sirayet eden kent-dışı,
Doğa-içi el, bir el ki sûreti kadar korkunç ve irkiltici,
Bir el ki, toplum-düşmanı, bir el ki ilkel ve osmanlı.

AH! öyle bir karabasandır ki,
Fragmanları sokaklarda,
Bir vitrin önünde sarmaş dolaş,
Otobüste mahsun ve kızgın,
Trende hayran, çocuk ruhlu,
Sevişirken arsız ve isteksiz, verimsiz
Öyle bir kuşak ki,
Her belde iğreti duran!



Serkan IŞIN