RIFAT ILGAZ

ACILARI GÜLMECEYE DÖNÜŞTÜREN YAZAR

Füsun Özbilgen

RIFAT ILGAZ

TRANSFORMING SARROW TO LAUGHTER

Füsun Özbilgen

Türkiye'nin belki en çok üreten yazarı. Binlerce öykü, şiir, roman, oyun, anı, makale, 60'tan fazla kitap... Gülmece eserlerinin en ünlüsü ise öğrenci - öğretmen ilişkileri ve okul sıralarından bir kesit sunan Hababam Sınıfı.

Rıfat Ilgaz'ın nüfus kağıdı Türkiye Cumhuriyeti'nden eski. 1911 yılında Karadeniz'in küçük, şirin bir ilçesinde Cide'de dünyaya gelmiş. 1908 yılında Meşrıtiyet ilan edildiğinde "Hürriyet geldi" denilmiş. Şöyle anlatıyor:

"-Ben Hürriyet'in ilanından hemen sonra dünyaya gelmiştim. İlk Hürriyet çocuklarındanım sizin anlayacağınız.

Hürriyet çocuğu olmam, üç-beş yıl sonra Vahdettin gibi bir adam tahta çıktığında "Padişahım çok yaşa" diye bağırmama hiç de engel olmadı. Hem Hürriyet çocuğuydum hem de nerede olursa olsun bağırtılıyordum:

_ Padişahım çok yaşa..

Ama Osmanlılığım çok sürmedi. Ancak 7-8 yaşıma kadar. Sonra Harbiye'nin kapatılmasıyla okulumuza gelen genç bir Harbiyeli'nin isteğine uyarak kırmızı fesimi yere çaldım, bir kalpak geçirdim başıma oldum bir Kuvayı Milliye'ci.."

Rıfat Ilgaz, bir imparatorluğun yıkılışını, Kurtuluş Savaşı ve yeni Cumhuriyet'in doğuşunun kendi çocukluk yaşamındaki yankısını böyle dile getiriyor. Onu Kuvayı Milliye'ci yapan genç öğretmeni Hilmi Bey ise 1980'li yıllarda T.B.M.M. Başkanı olan Kaya Erdem'in babası Hilmi Erdem imiş..

Genç cumhuriyetin ilk yıllarını da şöyle anlatıyor:

"Ortaokulu Kastamonu'da okurken Mustafa Kemal'in emri ile Kuvayı Milliye kalpağını çıkarıp şapkayı geçirdim başıma. Fes gitti, kalpak gitti. Derken birkaç tokat karşılığında öğrendiğim eski harfler de gitti. Latin harfleri gelmişti. Devrimler sürüp gidiyordu. Vereme yakalanıp da Yakacık Sanatoryumu'na düştüğüm günlerde Mustafa Kemal öldü. Devrimlerin de hızı kırıldı..

İkinci Dünya Savaşı başlamıştı. Şair olmuştum. Gerçekçi, toplumcu, devrimci şair."

Rıfat Ilgaz'ın yaşamının toplam 8 yıllık bir bölümü verem hastalığı nedeni ile çeşitli sanatoryumlarda geçmiş. Kalan zamanlarında ise öğretmenlik, daha sonra da gazetecilik yapmış.

1930 yılında Kastamonu Öğretmen Okulu'nu bitirip Adapazarı ve İstanbul'da Türkçe öğretmenliği yapıyor, 1938 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü'nü bitiriyor. Çileli bir yaşam içinde Rıfat Ilgaz acıları mizaha dönüştürmüş. Acıklı, hüzünlü, acı çeken insanları yansıtan konular yerine yaşamın gülmece yanlarını yansıtmaya çalışmış.

Öğretmenliği bırakmak zorunda kalıp Babıali'ye geldiği yıllarda da önce en zor işten, dizgiden başlamış, entertip ustalığı derken mizah dergileri çıkarmaya başlamış. Markopaşa ve Adembaba dönemin en ünlü mizah dergileri. Taş, Dolmuş, Karikatür, Şaka gibi mizah dergilerine de yüzlerce yazı yazmış. İstanbul'da Ataköy'de kocaman bolok apartmanlarından birinde oğlu, gelini ve torunlarıyla birlikte yaşıyor bugün.

Birkaç yıl önce Kıbrıs'ta geçirdiği kaza nedeniyle bacağını rahat hareket ettiremediği için çıkıp dolaşamamaktan yakınıyor. Ama tüm duyu organları gepgenç, mizahı, gülmecesi de yerli yerinde.

Mizah üzerine konuşuyoruz. Binlerce gülmece, roman, öykü yazan usta yazar düşündüklerini şöyle anlatıyor:

"Mizah diye bir yazı türü yoktur. Yazı türü romandır, öyküdür, köşe yazılarıdır, anılardır. Mektup bile bir yazı türüdür de, mizah bir yazı türü değildir. Tür olsaydı tekniği olurdu.

Mizah bir biçemdir. Topluma bakış açısıdır. Mizah şiir, öykü, roman olabilir: Tür değil, biçimdir. Mizacımızdan gelen bir özelliktir, bir çeşnidir. Yazı türleri beceri ister, teknik ister. Bunları sağladın mı başarı tamdır. Mizah ne ister? Mizah insanın mizacından geldiği için bilgi değildir, edinilemez. Teknik de değildir. İnsanın yaradılışında bu özellik varsa mizah başarılı olabilir."

Hababam Sınıfı, Rıfat Ilgaz'ın en ünlü mizah eseri. Oğlunun okul maceralarını anlatması ile yavaş yavaş oluşmuş. Hafta sonlarında Aydın eve gelip okul maceralarını anlattıkça Rıfat Ilgaz da öykü haline dönüştürmeye başlamış. Kuşkusuz bunları kaleme alırken kendi öğretmenlik yıllarının anı ve gözlemleri de üstüne eklenmiş.

Rıfat Ilgaz'ın öykülerinde bazen en dikkatli vergi uzmanının bile farkedemiyeceği bir vergi kaçırma tekniğinin nasıl uygulandığını öğrenirsiniz. Yahut bir uluslararası dış kredi öyküsü yakalarsınız. Bu ince teknikleri nereden ve nasıl öğreniyor şaşıp kalırsınız. Uzmanların bu kadar iyi bilemeyeceği karışık ve karanlık konuları nereden öğreniyor? Soruyoruz, gülümsüyor:

"Gider, Çiçek Pasajı'na otururum. Bir bira içerim. Birileri gelir, sohbet başlar. Bira söylerim. Şurdan buradan konuşuruz. Biraz konuları dürtüklerim. Bir iki saat oturur işte bunları anlatır gider. Sonra 5,5 yıl süreyle hapishanelerde birlikte kaldığım kibar hırsızlar, kabadayılar. Hastanelerde koğuş arkadaşları. Çeşit çeşit insan tanıdım."

"Yıldız Karayel" romanıyla 1982 Madaralı Roman Ödülü alan Rıfat Ilgaz'ın kitaplarından "Hababam Sınıfı" önce tiyatroda oyun, sonra da kendisinden izinsiz olarak film yapılmıştı. "Karartma Geceleri" ise geçtiğimiz yıllarda ödüller alan bir film oldu.

Kitaplarını bugün oğlunun kurduğu Çınar Yayınları yayınlıyor. Yine de yüzlerce öykü ve yazısı Babıali'nin çeşitli dergilerinde yok olmuş.

Rıfat Ilgaz ile Skylife için yaptığımız bu söyleşide biraz da gökyüzünden, uçmaktan ve dünyadan söz ediyoruz. İlk kez 1968 yılında Özbekistan'a gidip Moskova'ya dönmüş uçakla. Türkiye'den Moskova'ya trenle, daha sonra da uçakla Özbekistan'a.

"Uçmak güzel de, gidiyorsun saat hiç değişmiyor. Sonra dönerken de acısı çıkıyor gün devriliyor," diye anlatıyor ilk izlenimlerini.

Güneşle aynı yöne giderken değişmeyen zaman, güneşin aksine uçuşlarda günü geceyi deviriyor. Peki ya aşağıda gördüğümüz portakal kadar küçülmüş dünya?

Usta yazarımız bugünkü dünyamızı yine genç bir bakış açısı ile geleceğe dönük olarak şöyle değerlendiriyor:

"Dünyaya artık yerellik değil, evrensellik egemen oluyor.

Bugün kaderi ortak olan insanlığı din, dil, ırk gibi konularda ayırıp birbirinden koparanlar var. Ama insanlığın kaderi ortak. Çevre kirliliğini ele alalım. Artık bu konularda devletlerin sınırları yok. Dünya devletleri mahalle muhtarlıkları gibi birbirine bağlı. Giderek tek bir dünya görüşü egemen olacak. Bu da dostlukla ve kültürle olacak.."

(Skylife - Şubat 1993 - Sayı 118)

With 60 published books to his credit, Rifat Ilgaz must be one of Turkey's most prolific writers. The author of thousands of short stories, poems, novels, plays, memories and articles. The most famous of his humorous works is "Hababam Sinifi", about the teachers and pupils of a boys' boarding school.

Rifat Ilgaz's identity card is older than the Turkish Republic. He was born in 1911 in the small picturesque town of Cide on the Black Sea.

In 1908 Constitutional Government had been declared, and the slogan "Liberty has come" was on everyone's lips. "I was born soon after this proclamation of liberty," explains Rifat Ilgaz. "I was one of the first liberty children. But this did not stop them encouraging me to shout 'Long live the Sultan!' when Vahdettin came to the throne around four years later. I was not destined to be a patriotic Ottoman for long, only until I was seven or eight. After the Military College was closed down, a young teacher from the college who came to my school persuaded me to throw my fez away and put on a kalpak (fur cap) instead. So I became a supporter of the National Independence Army."

Those turbulent years during which the collapse of the empire was followed by the War of Independence and the birth of the new republic, left their mark on the youthful Rifat Ilgaz. The young teacher who had influenced him was Hilmi Erdem, father of Kaya Erdem the former parliamentary speaker in the 1980s. Rıfat Ilgaz reminisces about the early years of the young republic: "When I was in junior school in Kastamonu, I replaced the kalpak with a hat on the orders of Mustafa Kemal. So the fez and the kalpak had gone. Then a few slaps sent the old alphabet (the ottoman, based on Arabic script) flying out of my head. In came the Latin alphabet instead. Reform followed reform. While I was in the Yakacik Sanatorium suffering from tuberculosis, Mustafa Kemal died and the reforms lost their momentum.

"The Second World War had begun and I was a poet. A pragmatic, socialist, revolutionary poet. Handcuffs and chains were the authorities' reaction to that. The war finished, and the Missouri's arrived."

Rifat Ilgaz has spent altogether 8 years of his life in sanatoriums trying to beat tuberculosis. In between two different kinds of spells of confinement he was first a teacher, then a journalist. In 1930 he graduated from Kastamonu Teaching College and taught Turkish at schools Adapazari and Istanbul. In 1938 he graduated from the Department of Literature of Gazi Institute of Education.

Throughout all these trials and tribulations Rifat Ilgaz has transformed sorrow to laughter. Amidst suffering and adversity he has always sought the funny side of life. When he gave up teaching and came to Babiali, the Turkish Fleet Street, he started his journalistic career on the bottom rung as a typesetter, before going on to writing for humorous magazines. As well as Markopasa and Adembaba, the most famous of those years, he wrote hundreds of humorous articles for others, such as Tas, Dolmus, Karikatür, and Saka.


Today he lives in a flat in one of the huge apartment blocks in Atakoy with his son, daughter-in-law and grandchildren. After a traffic accident in Cyprus a few years ago he has trouble with his leg, and complains about not being able to get out and about much any more. Otherwise neither his faculties nor his humour have been blunted by the years.

As a writer who has made generations of readers laugh, I cannot resist asking Rıfat Ilgaz to define humour. "There is no literary form as humorous writing. Literary forms are novels, stories, articles and memories. Even letters are a literary form, but humour is not. If it was, it would have a techniique of its own. Humour is a style, a way of looking at society. Humour can come in the form of poetry, stories or novels. It is an attitude deriving from our disposition. Literary forms need skill and technique. If you get those right, then you succeed. But what does humour require? Since humour is innate in a person's temperament it is not a skill which can be acquired. Only if humour is in your nature can you be funny."

"Hababam Sinifı" is Rifat Ilgaz's most famous humorous novel. His son's stories of their exploits at school were the inspiration for it. At weekends Aydın would come home and recount that week's happenings, and Rıfat Ilgaz began to put them into story form, adding his own experinces and memories from his teaching years.The careful reader can learn a lot from Rifat Ilgaz's stories:bow to conceal your tax evasion from the most hawk-eyed tax inspector, or discover the complex workings of an international loan. Reading them you wonder how he discovered about subjects which even experts might be hard put to explain. When I asked him, he replied with a smile:

 

"I go and sit in the Cicek Pasaji. As I drink a beer people come and go and conversations start up. I order them a beer, and we chat. With a bit of encouragement they will talk for an hour or two. I also learnt a lot from the more sophisticated sort of thieves and gangsters when I was in prison, and from my fellow patients in hospital. I have known all kinds of people."

 

His novel "Yildiz Karayel" won the Madaralı Prize and the Orhan Kemal Prize for fiction in 1982. "Hababam Sinifı" has been adapted for theatre, and (without his permission) for a film. "Karartma Geceleri" (Nights of Blackout) became a film which won several awards.

Today his books are published by Cinar Yayinlari, a publishing house established
by his son. Many of his stories and articles were never returned by publishers or the police after raids. The conversation diverged into a new global perspective. In 1968 Rifat Ilgaz visited Özbekistan, travelling to Moscow by train, and from there by air to Ozbekistan and back.

 

"Flying is all right, but the time barely changes despite the distance. Then on your return you lose a day. Time gets its revenge."

So what about the world appearing like an orange below? "The world today is no longer dominated by the regionality, but by universality. Mankind has a common destiny, although there are those who seek to separate people on the grounds of faith, language and race. Let us take environmental pollution. No national boundaries apply there.

World states are bound to one another as tightly as if they were district councils. In time a single world view will predominate. That will come about through friendship and culture."

 

(Skylife - February 1993 - Number 118)