Sofi'nin dünyası, çevirmenin Türkiyesi

 

Sofi'nin Dünyası

Felsefe bize insan düşüncesinden, doğruyu aramanın erdeminden söz eder. "Sofi'nin Dünyası"nın yazarı Jostein Gaarder bize bu yolda ışık tutarken, bizim Türkiye'mizde neler olur? Biz düşüncenin, doğrunun neresindeyiz? "Sofi'nin Dünyası"nın Türkçe'deki öyküsü bize bu konuda neler anlatır? Bir çevirmenin başlangıçta dost ve demokrat ilişkiler içinde olduğu bir yayınevince, kitap başarıya ulaştıktan sonra nasıl görmezden gelindiğinin, hakkını istemeye kalkınca nasıl dışlandığının, yayınevinin çevirmenin çevirisiyle tam 39 baskı yapmış bir kitabı nasıl yeniden, bir başka çevirmene bastırdığının, bastırabildiğinin öyküsüdür bu! Bu yazı, yayıncılık çevrelerinde verili alınan dostluk ilişkilerini ve telif sahibi yayınevlerinin çeviri eserler üzerindeki sınırsızmış gibi görünen güçlerini sorgulamak için yazıldı.

Sofi'nin Dünyası 1994'de Gülay Kutal'ın çevirisiyle Pan Yayınları tarafından yayınlanır. Pan'la Kutal "dostça" bir ilişki içinde gerçekleştirirler çeviri ve ilk baskı sürecini: Türkiye'den başka yayınevlerinin de kitabın hakkını istemelerine rağmen, Norveç'te yaşayan çevirmenin Norveçli yayınevine Pan'ı tavsiyesi üzerine Pan kitabın haklarını alır. Çevirmen, kitabın çevirisi için Norveç'teki bir vakıftan para temin etme konusunda da yayınevine yardımcı olur. Pan da çevirmeni motive eder, destekler. Çevirmen yazara sadık kalmak ve felsefeyi tıpkı yazarı Jostein Gaarder gibi Türkçe'de (de) anlaşılır kılmak ana prensipleriyle 600 sayfalık bir başyapıtı günler ve gecelerce, satır satır, coşkuyla, felsefe, dilbilgisi, Norveç, Norveççe, Türkiye, Türkçe bilgisiyle, "Sofi'nin Dünyası"nı Oslo-Bergen treninde okuyanları ve İstanbul-Ankara otobüsünde okuyacak olanları tanıyor olmanın bilgisi ve sorumluluğuyla, ağır ağır kendi dilinde yeniden yaratır. Eseri Norveççe gibi az bilinen bir dilden doğrudan Türkçe'ye aktarabiliyor olmanın ayrıcalık ve keyfini yaşayarak.
 

39 baskı

Özenle getirildiği noktada "Sofi'nin Dünyası" reklamsız ve şatafatsız bir şekilde, güzel bir kapağın içerisinde sessizce kitabevlerinin raflarındaki yerini alır. Ve sonra birinci, ikinci, üçüncü baskısı derken kitap beş yıl içinde tam 39 kez yeniden ve yeniden basılır! Bu sayıya kimbilir belki bir o kadar da korsan baskı eklenebilir. Kitabın artık çok açık seçik olan bu başarısındaki payını düşünen çevirmen yayınevinden, kitabın ilk baskısı sırasında zaten Norveç vakfından temin edilmiş, yayınevinin cebinden çıkmamış o ilk paya ek bir pay ister. Yayınevi işte bu noktada felsefenin ışıklı yolunu terk etmeye başlar: Çevirmenin "Sofi'nin Dünyası" için ek bir pay isteğine cevap vermediği gibi, Gaarder'in "İskambil Kağıtlarının Esrarı" adlı bir başka kitabının çeviri anlaşmasını da istenen ücreti ödeyemeyeceği gerekçesiyle iptal eder. Oysa ki çevirmenin istediği ücret YKY gibi ciddi yayınevlerinin kullandığı son derece olağan bir telif formülüne dayanmaktadır. Ve yine Gaarder'in, çevirisi üzerine sözlü bir anlaşmaya vardıkları "Vita Brevis" adlı bir başka kitabını hiçbir neden göstermeksizin bir başka çevirmene verdiğini söyler.

Yayınevinin kendisine haksızlık yaptığını, dostlukların lafta kaldığını nihayet anladığında çevirmen hakkını aramaya girişir. Yayınevinin buna verdiği cevap, resmi baskı adedi 100.000'i geçmiş bir kitabın çevirmeniyle diyaloğa girmek yerine, kitabı, başka bir çevirmenin çevirisiyle yeniden basmak, yani çevirmenin kitap üzerindeki manevi sahibiyetini de elinden almaya çalışmak olur! Üstelik kitabın 39 baskı yapmış bu ilk çevirisini "yokmuş, hiç olmamış" gibi göstermeye çalışarak. Rahmetli Melih Cevdet Anday 23 Ocak 1996'da Cumhuriyet'teki köşe yazısında kitaptan çevirmeniyle birlikte söz ederek "Norveçli felsefeci yazar Jostein Gaarder'in 'Sofi'nin Dünyası' adlı felsefe tarihi üzerine romanını Türkçe çevirisinden (çeviren: Gülay Kutal) okudum; yapıtı sevdim, kitabın Türkçe'ye çevrilmesini de beğeniyle (takdirle) karşıladım" diye yazmıştı. Şimdi Pan'ın internet sayfalarına bakanlar, bu alıntıyı görebilirler ancak "(çeviren: Gülay Kutal)" kısmı silinmiş olarak!

 

Çevirmenler sendikası?

Bu, emeğe yapılmış ne büyük bir haksızlıktır! İnsanın çocuğunu elinden almaya çalışmaya benzemez mi? Türkiye'de demokrat ilişkilerin paranın böylesine kıskacı altına girmesini, o ilişkilerin haksız arka planlarını görmezden gelebilir miyiz? Felsefe kitabı basmak, o kitabın basılmasında en haksız tutumları barındırabilir mi?

Çevirmen yayınevini dava etti. Davayı para kazanmaktan çok, yayınevinin kadirbilmezliğini yüzlerine çarpmak, onları kendisini artık 'tanımaya', bir çevirinin sahibi olarak 'orada olduğunu' anlamaya mecbur etmek için açtı. Çevirmen bu davayı belki kazanır, belki kazanmaz. Kazanması halinde bu, başka benzer ilişkileri düzenlemeye yardım eder diye sevinir ama başarısı 39 baskıyla kanıtlanan bir çevirinin, çevirmeninin elinden alınmasına kim hayır diyecek? Yayınevleri ne zamana kadar haklar alıp haklar verecekler; çevirmenlerden yüz binden çok satan kitaplarda bile ne zamana kadar istedikleri an vazgeçebilecekler? Norveçli yayınevinin telif hakları sorumlusu çevirmene, "Sen bu durumu Türkiye'deki Çevirmenler Sendikası'nda dile getirmelisin" dediğinde Türk çevirmen ne zamana kadar "Türkiye'de Çevirmenler Sendikası yok ki!" diyecek? Ve de "bizim" çevrelerin bile paraya esir olup, işine geldiğinde emeği ve dostluğu kolayca bir kenara ittiği ilişkilerden bizi hangi felsefeler kurtarabilecek?

GÜLAY KUTAL

 

Kaynak: Radikal Gazetesi - 26 Ocak 2003
http://www.radikal.com.tr