GELİNLİK KIZIN ÖLÜMÜ

Salâ verilirken kalktık kahveden, 
Cumaydı, yılın en beklemiş günü, 
Yemeni gibi üstünde tabutun, 
Gölge veren ağaçsız bir gökyüzü. 
Kızın babası yanımızda, boyu uzun, 
Zayıf, ağzında mırıltılar. 
On köylü, iki subay, bir tezkereci er, 
Sıralandık ahşap mescidin avlusunda, 
Namaz kılmadı adam, ağlamıyordu da, 
Alnı bir uzun sabrın kabaran gelgiti, 
Sürgün duvarı bekleyişin, 
Dünyaya çok yakın bir gece gibi. 
Aldık cenazeyi sarsmadan, iğreti 
Ve hafif, gözlerimiz yerde, 
Kayıp bir tayın izini süreriz sanki. 
Kapılarda başları çatkılı kadınlar  
Sallanıyorlardı sisli giysilerinde  
Yüklüğe saklanmış çevreler gibi soluk, 
Bölünmüş gibi yılın en katı ekmeği  
İmece sofrasında hıçkırığın, 
Kim bilir kaç ölümden kalma saçı gibi. 
Susmuştu çekirgelerin kabuğu, 
Toprak kumruları güneşin, 
Ve köpeklerin yediği kemiksiz sabah, 
Susmuştu göğün sarnıcı, boş. 
Cemaat yürüyordu kaplumbağa gibi, 
Mezarlığa doğru yüzyıldan, 
Sarısabırların yanından, acelesiz. 
Ayrık otu yolmaya gidiyor sanırsın, 
Davul vurmaya, ay tutulmuş, 
Tarladaki yarılmış toprağı görmeye, 
Susuzluğun kirli rengini, ayıbını, 
Dağa taşa vurmuş açlığı. 
Dayanan dayanır, yağsız bulgular ve ahlat, 
Gençleri alır ölüm ilk ağızda, 
Sabah yıldızının uğrağı. 
Böğürtlensiz mezarlığa vardığımızda, 
Bir melek lale sümbül dikiyordu, 
Lalelerden birini aldı adam, 
Girdi kızının mezarına, 
Sarıldı, öptü, bıraktı laleyi sonra, 
Kefenin üstüne, uykusuz. 
Yedi çocuğu gömülüymüş, söylediler, 
Bizi aç bırakan bu toprak 
Açlıktan ölenlerle beslenir, dediler. 
Dönüşün bir kişi omuzladı tabutu, 
Toz toprak içinde vardık kahveye, 
Yaşlı adam doğru çeşmeye gitti, 
Elini yüzünü yıkadı konuşarak 
Kendi kendine, duasız, bir tanrı gibi.

1981






Melih Cevdet ANDAY