ANLIK GÖRÜNTÜLER'DEN

                    ***

Kör  bir ırmağın yordamlayarak   yürü-
düğü yerde şevke gelen toprak  yay-
dıkça yayıyor imparatorluğunu.   Ateş-
li isteğim hızını   yenemeyen bir dalga-
nın  kend i üstüne yıkılması  gibi   yığı-
lıyor üstüme.    Sevgilimin apışarasına
dokunduğumda ülkesiz rüzgarlar çev-
rintisine   kapılışım,   bozkırda    pişen
bir  üzüm   gibi  tadımdan    çatlayışım
kıllarından  kılcal  damarlarıma    akın
ediyor.  Başım dönüyor,  başım  dönü-
yor.  Boşluğa  gömülüyorum    titreme-
lerle.


                  ***

Gündelik  kurdun  içten kemirdiği söz-
cüklerle  yazamam. Düşük yapan  an-
lam  imge  kütüğünden  siler  kimliğini
yoksa.  Pılısını  pırtısını  toplayıp   gider
söz torbasından çıkacak dünya. Öğre-
niyorum. Boşuna  acı çekmiyorum  de-
mak.


                 ***

Eski  bir çığlıkla uyanacak  düşünden
kent. Ter ve osuruk kokan yatak gibi
metroya  doluşacak  insanlar.    Kaça-
mak  bakışlarla  yaklaşıp      uzaklaşa-
caklar,  kimi  yerde  anlamlı  bir  kırıntı
düşürerek  kesişme  noktasına.   O kı-
rıntıyı  besleyecekler  gün boyu anlam-
sız buldukları,  sevmedikleri    işlerinde,
tekdüze  günlerinde . Birileri  o   kırıntı-
nın şiirini yazacaklar bir yerlerde.


                ***

Her  şey  silikti.  Yarı  kapalı göz, dil di-
le  isteğin  alevini  emerek öpüşen ka-
dınla erkeğe her şey silikti.
Varlığın   yazısız   yüzü  yaptılar    beni.
Yanlarından geçerken toprağın   imza-
sız dilekçesi,  zamanın   kumsuz saati
yaptılar;  suyun  şıkırtısız  akışı,      gör-
meyen  gözün  bakışı  yaptılar. Onlara
baktıkça  yeşerdi  çölüm. İşte bu man-
zarada görünmeyen, onlardan uzakla-
şıp giden güzellik benim.


                ***

Hız  alıyor  hız  üstüne  zaman. Toprak
uykuda.  Kan  dolu  damarları   uyuşuk.
Kaç  kişi  girmiş  koynuna.  O  uykuda.
Hız alıyor biz üstüne zaman.
Aynı  amansız  yarışta  akreple   yelko-
van.  Terkilerinde  çelişki.  Taş gibi bir
yürek   emzirmişler.   Düşmeye       gör,
uzatmaz elini o bitimsiz yonut.

               ***

Çiçeğin  tozu,    arının   balı  balkır   ya
dölyataklarında  kadınların,   bir    yanı
yoksul çadırındasın ya dünyanın  - her
yan gömük-  yaralı bir kuştur    varoluş.
Sürüngenliğe çöl, susuzlukta bulunan
kırık testi.  Dağarcıklar  güdülme   yük-
lü, düşler küf kokulu.
Kaçınılmazlığın  eşiği,  ki  o en varılası,
sarılıp  sarmalanması  adım  ister atma-
ya.
Kalk ayağa söz.


                ***

Alışkanlık,  unutkanlık  mı?      Üstüne
çöreklenmiş dağdır.  Zorlu.       Hantal.
Ağrıyor  gemsiz  istemler   her      şeyin
hep  emeklediği  evlerde.   Sindirmeye
duruyor  zaman   gelgitlere    bırakılmış
günleri. Üstüne oturup  kestiğimiz  dal
oluyor boşluk.

                 ***

Dünya  ateşler  içinde.   Yorgun  değil
ancak.  İnilse  gözeneklerindeki  özsu-
ya,  yırtılsa  gölgeler,  değil  mi,    böyle
birbirinden  uzak  başaklar  kimbilir  na-
sıl  yaylanarak   taşırlar   yumuşak  dal-
galarını ince ezgilerle odalara.
Bir  yanı  bugünçağ, yarınçağ... Bir ya-
nı tükenmenin yakarıyı harlandıran
körüğü...
Gündem: cinnetli yaşam!

                ***

Ne  çok  yaralayan  sözcüklerimiz var;
kolayca  yaralayan ve ne kadar az iyi-
leştirenler!  Bakışları  çalınmış     gözle-
rimizinden  başlıyor  ilkin anlamın  han-
çeri. Dilden fırlayan ne ki!
Sözcükler... Taşların altındaki nemde
yaşayan güneşi görünce dörtbir yana
kaçışan.. .İlişkideki  yaşlanma   daha
sınırına  varmadan  yaklaşmaya  kısa
ömür  biçiveren...  Açlığın  bozkırında
yükseltiyorlar   duvarlarını;     sinirlerin
burçlarında  pusuya  yatıyorlar kaynar
kanlarıyla.  Sözcükler...   Bal kovanın-
da  arıya  eşlik  ediyorlar,      şarkıların
suyunda  yunuyorlar.  Dizelerin  merdi-
venlerinden bedenimizi  indirenler  on-
lardır  buğdaylarını saçarak:  aşağı  in-
diğimizde  elimizde   kalan  bir  demet
başak,damgasız yolculuk  belgesi...
Ancak ne kadar az bizi iyileştirenler.

                ***

Tanrının  asıl  adı kuşkuydu.  Pusulam-
daki  çılgın ibre  yürüdü üstüne ustüne;
canı   acıyacak   değildi   ya  gölgenin.
Düğün  türküsünü  ağıt  gibi   söyleme-
nin  yönünden  de  sildi kendini sonun-
da.    Anadilime   çevirmeyi    öğretiyor 
şimdi   her  sevişmeyi,   bedenime   bir 
kertik   zevkli  ölüm  olarak   kazıyarak.
Sesleri  dokuduğum  tezgaha  göktaşı
gibi  düşürüyor  yaklaştıkça   sisler ara-
sından  netleşen dünyayı.  İbremi sevi-
yorum.   Seviyorum   onu,   seviyorum
onu, seviyorum onu...

              ***





Aytekin KARAÇOBAN