UÇURUMUN YALNIZ YÜZÜNDE

maske yalnızlığı bu bizimki,
çevre denizlerden balık kokusu, korsan mavisi takıştıran
biraz solan bir çiçek, biraz açan bir dize,
hayli bizden önceki, hayli tutunmuş ve biraz somurtkan
bayılıyor çarşafı yorganı Dante ile Beatrice'e
sonra bozlakla misket arasında nice nice kamyonlarla
uğradığı her eve biraz Çalıkuşu, biraz  Picasso laciverti aşılıyor
yeniden yeniden tutuluyor  aynadaki aya
kırlangıçlar, sukuşları, karabataklar üleşiyor, roller ve kuşatmalar kitabından
"sırası gelmişken"i oynuyor, beklerken
bekleyişleri derinleştiren  bir kuyu, bir elinden tutuyor
yanıtsız sorular terkisinde ünlemler konduruyor sokak başlarına
acıyla karanfil, dostluk anımsatan tiradlardan,
ama sizi hep ben öldüm satır aralarında
ama siz hep o konuşkan sözlüğün ikiziydiniz,
kekemeydiniz yaşanmamış mutluluklardan

"kuşağımın sancısıyım,
Mardinkapı hancısıyım" yazılı bir duvardan
çokça bir çocuk sorusuyla yılkılanan tasası geçmişimin,
sizinle her çoklukta azdık, azlığımızın coşkusuydu yürümek
yürüdükçe bir okyanus yıkardı  yüzümüzü, yıkılan atlasın terzisiydi zaman,
kırık zarlarla başlamıştım oyuna
yitirmek umrunda olmayan göçebeler gibi kördüm,
sahipsiz bir kitabın karasında gölgesiyle dans eden bu provada
alışkanlıkları sonuçlara bağlayan  ne kördüğümler gördüm

uçuruma biz yakıştırdık tüm sıfatlarını
oysa molalardan alınacak çok ders vardı
kanatlarında masum ve ikircikli bir aşkı başka aşklara uçuran
şimdi kırılıyor bir öksürük alfabesiyle tüm harfler,
bir de paylaşamadığımız korkularımızdan sorumluyuz
bizden hesap sorarken tutku vebasına tutulmuş saatler

bu yalnızlığın tarihi çok eskidi
bozuk plakları güncellleştiren bir şifre gibi boynumuzda
giyotin acısıyla mayalanan şaraplar, şarabi mutluluklar eğiren
bir tadı vardı tüm yaşadıklarımızın;
uçurum bize kendini verdi.



(Adam Sanat, Mayıs 2000;Taş(ra) Baskısı, 2003)





Altay Ömer  ERDOĞAN