TÜRKİYE'NİN RUHU

                      "Uzaklarda, benim gibi yalnız ve ümitsiz
                        birine bırak bu mektubu oğlum;
                        benim gibi birisi olsun, çünkü bizim gibiler
                        birbirlerine ancak kötülük edebilirler."
                                                        Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken


her şey Türkiye kadar gerçek
her şey Türkiye kadar yalan
kavanozlarda parmak izleri ve talan
tanımsız keder boşluğunda yaşanıyor her aşk
her aşk, biraz da kuşak çatışmasına kurban

bozulan dengenin hesabını tutuyor herkes
siz alışkanlıklarınızdan sorumlusunuz
ben tuhafım kendi geçmişime
pencerede gülümseyen her ses
anlatıyor bu ilkellik iklimini de

bıyıklarıyla konuşuyor provalar
pruvasında yoksulluk ve emek taşıyan gemilerde
"bu gemi nereye?" sorusuyla yıkadığın yüzün de
mektuplar dokuyor parmakları yanan bir türkünün
gömleğini kuş desenleriyle süslediği mevsimde

kentli bir akrep kuşkularıyla tutunuyor
hiç kimsenin tutunamadığı bu tutkunun
sudan nedenler dışında kalan tortusuna
hiç kimseler anlamıyor niye karanfil
yanık kokuyor kapının her kapanışında,
odalarda babasını arayan bir tarih
felsefesini ciğerlerine dolduran bir toplumun ayak izleri
öksüremediği bir aksan ile yazılıyor
ve bir kuş kanadında kırılan aşk sözleri...

her şey Türkiye kadar güzel
her şey Türkiye kadar çirkin
belki de en büyük nedeni bu sessizliğin
rüyalarıyla büyüyor yoksulların
ve dualarıyla yoksulluğu içine sindirenlerin

teraziler hüzün tartıyor
satıcıların bakışlarından kuşku imi hiç eksilmiyor
poyrazla dolduruyorum torbamı karayellerle bir bir
ve akıyor damarlarımdan kalbime doğru
o en sıcak ve öldüren zehir

bir ülkenin bilinçaltından akan ırmak
"Telâşsız görünmeye çalışan bir Kafka gibi" (1)
geçtiği her düzlemi yıkayarak ve yıkarak
ulaşıyor gözün dehlizle boy ölçüştüğü
ışığın kendi gibiliğinin bir fazlasına,
"Acıkmış bir karanlık oyuluyor önünde" (2)
herkes kendi sofrasına düşman bir pusuda
sıralanıyor heceleri aşkın, birden sonrası palavra

yolları ve yolcuları eşitliyor ayrılıklar
aynanın yoldan kısa, yolculuktan uzun olduğu
ve Türkiye adlı çiçeğin an be an solduğu
bir hava ki uzunluktan başlayıp konuşmaya
kısalıklardan kapatıyor her sözünü
yüzünden denize doğru çizgiler dökülüyor
bir hava ki bir başka aşk için gizliyor özünü

şimdi kuzeyden ya da güneyden hep yukarı bir yakarı
kuluçka ılımanlığıyla dokunuyor öfkelerin küfesine
köhne günlerden güzel gelecekler yontan marangoz gerek
zamirli tümcelere gerdanlık takan bir bakış ki aykırı
kimse açık değil kimliğine, kimse güvenmiyor cüssesine
geçiyor geçiciliğini anımsatan aynalardan tiksinerek

şimdi başka alfabelerden besleniyor herkes
"Bu bizim yatay talihimiz." (3)
kargacık burgacık tarihler düşülüyor
imzasız kefillikler gibi, borçlarımızdan utandığımız
gökyüzü kimsenin yüzüne uymuyor
hep geleceğimizi ipotek edip geçmişte rehin kaldığımız

her şey Türkiye kadar yalın
her şey Türkiye kadar karmaşık
labirentler dolaşıp sabahlara ulaşan ışık
kırılıyor en sert duyguların prizmasında
bir oyun çığlığı gibi;  - vuruldun çık!

bu köşe kapmaca oyununda kim kime denk
ortada yalandan bir kibirle oyalanan
ey Türkiye, ölümün soluğu ne renk
kırık telden kırık bir şarkı gibiyiz
meyhane masalarında kendi kanımızı içtiğimiz
ne vefalı bir yar bize, ne de şarkılarda ahenk
kırılır gideriz en ince tel gibi telve gibi biz

suçlarımızla eğitilmiş ömrün en güzel salıncağı
dostluklar sallanırdı richter kanımıza girmezden de önce
bir gece ki oturmuş hesaplaşmak için geçmişiyle
"bağışlamaya hakkımız yok geçmiş günleri" (4)
kapı açılır sonuna kadar sonsuza kadar istemsizce
içeri giren bir gölge, bir de fener gölgesinden ince
savrulur boşluğun dilinden hep ileri, hep ileri

sıtmadan ve aşktan söz açardı tüm insaflı bilgeler
sıtmadan ve aşktan korkardı o kaküllü çocuk
bir tek yüreğini savurmadı uçurum bekleyedursun
temmuz ağustosdan ve geçmiş yazlardan da soğuk
sen işte yalnız bu yüzden, sırf bu yüzden çocuksun
avuçlarında bir karınca ölüsünü andıran mutluluk

okunur en yetim harfin gündelik ürpertisiyle
bir özlemi bir şiir, bir şiri bir nehir gibi okur
unutmamak için, tutmak için bin yıllık sözünü
aşkla yıkar ömrünün bin hüzünlü yüzünü
şimdi aşklar kaldırımlarda yaprak ölüsü
"Ne kadar konuşursak o kadar bir sessizlik olur" (5)
sus ki
patlasın en büyük günün gümbürtüsü




(1) Cemal Süreya, "Göçebe", Göçebe
(2) Mehmet Mümtaz Tuzcu, "Kumulun Gölgesinde", Sevda Adıyla
(3) Can Yücel, "Kare Kökler", Ölüm ve Oğlum - Gökyokuş
(4) Kemal Özer, "Yaşamın Bizden İstediği", Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya
(5) Edip Cansever, "Medüza", Nerde Antigone



(Agora, Mayıs-Haziran 2002 )






Altay Ömer  ERDOĞAN