SUYUN BİLGE YÜZÜNDE
hiç anlaşılmamış olan hiç anlatılmamıştır
bir maşrapadan dökülmemiştir su, yalvaran köküne inancın,
dönülmemiştir hiç gidilmemiş olan yerlerin serinliğinden
hep yaşamaya tutsak olunmuş cehennemin sıcaklığına,
toprağı delip yeryüzüne, yeryüzündeki yüzüne sığınan
kentli bir derviştir olsa olsa zaman,

evleri kesik kesik çizgiler gibi boş kağıtlara
boş kağıtları yanıtsız sorular gibi kesif mutluluklara
çıkaran hangi dar sokaklar ki, yıkanır günlerin köpüğünden
gecelerin kentsoylu bir havluyla kurulanmışlığına
hangi bizim sokaklar

bizim tuzlu yalnızlıklarımızdır her şiirin biraz biraz soluduğu
ve bizim biraz biraz solduğumuz takvim yapraklarıdır
kör kaldırımlara dökülen güzün herkese kardeş olduğu
yollarla ölçülür, darası zaman olan her tutku
yıllarla biçilir, tutkusu zaman olan her daralmışlık
içimdeki ırmağın ılık ılık aktığı
ve gözlerinde dünyalar büyüyen taşralı çocukların
o ırmaktan uçsuz denizlere baktığı
sırasız sırsız bekleyişleri en güzel yolculukların
uzar, uzadıkça yeni bir dünya avuçlarından taşar

kırılır, en ince yeri, en dokunulmamış olanı
rüzgârın bile okşamaktan korktuğu
hangi eşsiz sözcük ki, en dokunaklı anlatır talanı
bilinemezlik denklemlerinde eskir yüzü
zaman, kenti apansız adımlayan eskici
çıkar bir umudun körpe bohçasından
sarılır ilk öptüğü boynun sıcaklığına sahici

kirlenmeyen bir nesne olsun
yitirdikçe anlamını bir sonrakine devşiren
gururla okunsun sözcük, övünürken eklendiği tümcede
varsın hiç olmasın, koparmasın gülüşlerimizi yüzümüzden

hiç anlatılmamış olan hiç anlaşılmamıştır



(Agora Temmuz-Ağustos 2001; Taş(ra) Baskısı, 2003)





Altay Ömer  ERDOĞAN